Rengiyle sofralarımıza güzellik katan bu mucizevi yiyecek kış aylarında pazar sepetimizde mutlaka bulundurmamız gerekenler arasında. Söz konusu bitki kırmızı pancarın faydalarını bilmiyorsanız veya tadını beğenmediğiniz için yemiyorsanız o zaman bu yazıyı mutlaka okumalısınız.
Kırmızı Pancarın Faydaları
Kış aylarının vazgeçilmez yiyeceklerinden biri olan kırmızı pancar vitamin deposu olarak A, B, C, P vitaminlerini ve magnezyum, demir, kalsiyum, fosfor gibi mineralleri içermektedir. Aynı zamanda yüksek bir antioksidan olan kırmızı pancar kanser başta olmak üzere daha bir çok derdin dermanıdır. Sindirim sisteminin düzenli çalışmasına büyük katkısı olan kırmızı pancar mide ve bağırsakları da güçlendirmektedir. Diğer bir faydası ise havuç suyu ile yarı yarıya karıştırılarak içildiğinde kanımızdaki alyuvar sayısını yükseltmesi ile kansızlık sorununun giderilmesine yardımcı olması ve kişiye dinçlik sağlamasıdır.
Uzmanlar kırmızı pancarın suda kaynatıldıktan sonra günde bir bardak içilmesi durumunda tansiyonu düzenlediğini vurgulamaktadır. Bu mucizevi bitkini diğer bir özelliği ise karaciğeri düzenli çalıştırması nedeniyle şeker hastalığını önlemeye yardımcı olmasıdır. (Dikkat: Şeker hastalığını önlenmesinde etkilidir fakat içerisinde şeker barındırdığı için şeker hastaları tüketmemeli veya tüketmeden önce uzman bir doktora danışmalıdır) Kırmızı pancar kaynatılarak tüketildiğinde idrar yollarını açıcı ve idrar sökücü bir etkiye sahiptir.
Faydaları saymakla bitmeyen bu bitkinin seyreltilmeden içilmesi önerilmemektedir. Elma suyu, havuç suyu veya farklı bir karışımla yar yarıya seyreltilerek içilmesi daha doğru bir tercih olacaktır.
Kırmızı Pancar İle Yapılabilecek Bir Kaç Tarif
Malzemeler:
- 3 adet orta boy kırmızı pancar
- 6 diş sarımsak
- 2 çay bardağı üzüm sirkesi
- 2 yemek kaşığı turşuluk tuz (iri tuz)
- su
Hazırlanışı:
İlk önce pancarlar yıkanır, kabukları soyulur daha sonra resimdeki gibi dilimlenerek düdüklü tencereye alınır, üzerine 1 parmak geçinceye kadar su ilave edilir, 10 dk düdüklü tencerede haşlandıktan sonra soğumaya bırakılır. Sonra ayrı bir kapta sarımsaklar( ikiye bölünmüş şekilde), tuz, sirke karıştırılarak haşlanmış pancarlar suyuyla birlikte üzerine ilave edilir. Buzdolabında bir hafta beklettikten sonra afiyetle yiyebilirsiniz
Pancar Salatası Tarifi
Malzemeler:
Hazırlanışı:
İlk önce pancarlar soyulur daha sonra dörde bölünen pancarlar tencereye alınır ve üzerini çok fazla geçmeyecek şekilde su ilave edilerek haşlanır. Haşlanan pancarlar rendelenir ve fazla olan suyu sıkılır ( çok sulanma ihtimaline karşın suyu iyice sıkılmalıdır) Diğer taraftan mayonez, limon suyu, tuz ve dövülmüş sarımsak yoğurtla birlikte iyice çırpılır. En son pancarları üzerine koyup iyice harmanladıktan sonra servis tabağımıza alınıp servise hazır hale getirilir. Afiyet olsun
Kötü ağız kokusu hepimizin ister istemez rahatsız olduğu bir konudur ve ortam içinde çekingenlikten tutun konuşurken ağzımızı elimizle kapatmaya kadar bir çok davranışın da sebebidir. Davranış özgürlüğümüzü kısıtlayan, zaman zaman bize öz güven eksikliği dahi yaşatabilen bu durumun çözümü var. Kimi ağız kokuları uzmanlar tarafından doğal karşılanmakla birlikte kimisi tedavi edilebilir kimisi de bir hastalık belirtisi olabilmektedir. Örnek vermek gerekirse sabahları ilk uyandığımızda karşılaştığımız ağız kokusu sindirim kanalında biriken gazlardan veya dil sırtında üreyen bakterilerin sebep olduğu bir ağız kokusudur ve çözümü dil sırtının fırçalanması, sürekli olmamak koşulu ile çinko içeren gargaralar kullanılması veya sakız çiğneyerek tükürük salgı bezlerin harekete geçirilmesi yoludur (Tükürük ağızda ki bakterileri temizleyen en etkili salgıdır) . Diğer bir ağız kokusu nedeni ise ağız boşluğu içerisindeki çürükler, diş eti iltihapları, ağızda bulunan protez ve köprülerdir. Bir diş hekimine başvurarak bu tür rahatsızlıklar için çözüm bulabilirsiniz.
Ağız Kokusundan Kurtulmak İçin Ne Yapılmalı
- Dil hijyeni önemlidir. Dilinizi dişlerinizi fırçaladığınız gibi fırçalayabilirsiniz. Bunun için dil temizliği yapabileceğiniz özel dış fırçaları veya dil temizleme aparatları mevcuttur.
- Ağızdan nefes almak ağız kuruluğuna yol açacağından bakterinin en kuvvetli silahı olan tükürük salgısının olmayışı ağız kokusuna neden olacaktır. Dolayısıyla burnunuzun tıkalı olmamasına özen göstermelisiniz.
- Suyu yanınızdan eksik etmemelisiniz. Ağız kuruluğunun önüne geçebilmek için sık sık su içmelisiniz.
- Ağzınızı yarısı su yarısı hidrojen peroksit olmak şartı ile bir karışımla çalkalayabilirsiniz.
- Eğer protez kullanıyorsanız veya ağzınızda koruyucular mevcut ise sık sık bir solüsyonda bekleterek hijyenini sağlamalısınız.
- Şekersiz ve naneli sakız çiğnemeniz ağzınızdaki kötü kokuların giderilmesinde yardımcı olur.
- Bitkisel olarak önlem almak isterseniz nane, maydanoz anason ağız kokusunu gidermeye yardımcı olmaktadır.
Gelelim en önemli konuya. Ağız kokusu genelde doğru işlemleri yaptığımız sürece kendi imkanlarınızla da müdahale edebileceğiniz bir durumdur. Fakat tüm çabalara rağmen kötü kokulardan bir türlü kurtulamadınız mı? O zaman bu işte bir iş var demeli ve anında bir doktora başvurmalısınız çünkü bir türlü giderilemeyen ağız kokusu önemli bir hastalığın işareti olabilir.
Hangi Hastalıklar Ağız Kokusu Yapar?
- Şeker hastalığı
- Böbrek yetmezliği
- Karaciğer yetmezliği
- Sinüzite bağlı geniz akıntısı
- Bademcik iltihabı
- Solunum yollarında oluşmuş tümör
- Solunum yollarındaki kronik enfeksiyonlar
bu hastalıkların yanında sindirim sitemi hastalıkları, gastrit, ülser, reflü gibi hastalıklar da ağız kokusuna neden olabilmektedir.
Son söz: Her ağız kokusu bir hastalık belirtisi olarak algılanmamalı. Ağız kokusunu kendi imkanlarınızla ve diş doktorunuzun müdahalesi ile çözülememiş ise mutlaka kulak burun boğaz doktoruna başvurulmalıdır.
Son söz: Her ağız kokusu bir hastalık belirtisi olarak algılanmamalı. Ağız kokusunu kendi imkanlarınızla ve diş doktorunuzun müdahalesi ile çözülememiş ise mutlaka kulak burun boğaz doktoruna başvurulmalıdır.
Not: Yazıyı faydalı bulduysanız lütfen paylaşınız.
Kültürümüzün vazgeçilmezleri arasında olan kahve, sohbet eşliğinde, molalarda, yemeklerden sonra veya sabahları gözümüzü açar açmaz tükettiğimiz enfes bir içecek olarak hayatımızda yer almaya devam ediyor. Neredeyse her gün kahve ile ilgili bir çok internet sitesi haber yapmakta ve yararları ile zararları üzerinde yazılar yazmaktadır. Bu durumu eleştirmek amacında değilim ama kahve içmeyi çok seven biri olarak bu kadar çelişkili haberler gördüğümde kahve yararlı mı yoksa gerçekten zararlı mı ikilemi yaşamaktan kendimi alamıyorum. Siz değerli okuyucuların da zaman zaman bu tür ikilemler yaşadığınızı varsayarak ve konuyu karşılaştırmalı şekilde analiz ederek paylaşmak istiyorum.
Kahve Migrene İyi Geliyor mu?
Bu konuda uzmanlar farklı görüşleri savunmaktadır. Bir kesim uzmanlar kahvenin migreni tetikleyici bir etkiye sahip olduğunu savunurken diğer bir uzman kesimi migrene karşı doğal ağrı kesici olarak kahve içilmesini önermektedir.Yine farklı bir görüşe sahip uzmanlar ise migren ağrısı başladığında içilen kahvenin yatıştırıcı etki gösterdiğini fakat kahve miktarı arttırılırsa sonrasında tetikleyici olduğunu savunmaktadır.Ne yapmak gerekir? Kahve her kişide aynı etkiyi göstermeyebilir. Eğer migren ağrısı yaşıyor ve kahve içme konusunda tereddüt ediyorsanız konu ile ilgili bir uzmana danışabilirsiniz.
Kahvenin Şeker Hastalığına Zararı Var mıdır?
Diğer bir konu ise kahvenin şeker hastalığı ile ilişkisi. Yine tartışmalı içecek kahve hakkında uzmanlar ikiye bölünmüş durumda. Örnek vermek gerekirse İtalyan bilim adamlarının yaptığı bir araştırmada kahvenin tip 2 diyabet hastalığını tetiklediği sonucuna varılmıştır. 6 yıl boyunca yapılan çalışmalarda günde üç bardak kahve içenlerin yarısında tip 2 diyabet rahatsızlığı tespit edildiği savunulmuştur. Diğer yandan Almanya'da yapılan bir araştırmada da günde 4 fincan kahve tüketenlerin 1 fincan kahve tüketenlere göre tip 2 diyabet rahatsızlığına yakalanma riskinin % 23 daha az olduğu öne sürülmüştür. Ne yapmak lazım? Her şeyin fazlası zarardır felsefesinden yola çıkarak kahvenin dozunda tüketilmesi tavsiye edilir. Bu konuda uzman doktorlar bile net bir cevap veremediği için karar biraz da size kalmış sanırım :)
Kahvenin Kalbe Bir Zararı Var mıdır?
Bu konuda yıllardır tartışılmaktadır. Uzmanların bir kısmı kalp ritmi bozukluğu yaşayan kişilerde kahvenin ritm bozukluğunu arttırdığı görüşünde iken Harvard Medical School gibi kurumların yaptığı araştırmalarda kahve tüketimi ile kalp rahatsızlığı arasında bir ilişki kurulamadığı savunulmaktadır. Ne yapmak gerekir? Kahve içtiğinizde kalbinizde bir rahatsızlık hissediyorsanız mutlaka bir kardiyolog uzmanına danışmanız önerilir.
Kahve Selülit Yapar mı?
Bayanların korkulu rüyası selülitlerde kahve tartışmasından nasibini almış durumda. Bir yandan kahve ile ilgili çıkan haberlerde kahvenin selülit üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğu yazılmakta iken diğer taraftan kahveli selülit maskesi, kahveli selülit kremi gibi ürünler selülit giderici olarak piyasada yerini almaktadır. Ne yapmak gerekir? Bayanlara önerim konu ile ilgili araştırma yaparken rastladığım UZM. DR. İsmail AĞARIN çok açıklayıcı olan yazısını okumanız.
Görüldüğü gibi kahve üzerinde yazılıp çizilen haberler, bitmeyen araştırmalar ve kafada soru işaretleri...
Bir kahve sever olarak ne olursa olsun Osmanlı Devleti'nin kültürümüze kattığı ve dünya çapında da yaygın olarak tüketilen kahvenin hayatımızdan hiçbir zaman çıkmayacağı kesin. Bir de söz konusu Türk kahvesiyse kendimizi bu konuda kontrol etmemiz sanırım biraz daha zor görünüyor.
NOT: Sizin de kahve ile eklemek istediğiniz düşünceleriniz var mı? Varsa yorumlarını bekliyorum.
Resim kaynağı: http://www.simit.pro/urun.php?k_id=10
Sağlıklı diyorum çünkü kinoa isimli bu tahıl bünyesinde bulundurduğu aminoasit ve protein miktarı ile diğer tahılların bir adım önüne geçiyor. Normal şartlarda Güney Amerika'da yoğun olarak yetiştirilmekte ve tüketilmekte olan bu tahıl son yıllarda Türkiye'de de ekimine başlandığı için, hem yatırımcılar için hem de sağlıklı beslenme konusunda farklı arayışlar içinde olanların dikkatini çekeceğini düşünüyorum.
Kinoa içerisinde barındırdığı protein miktarı açısından sütteki protein miktarı ile eşdeğer tutulmaktadır. Durum böyle olunca hem diyet yapanların hem de etsiz beslenmeyi tercih edenlerin gözdesi olacağa benziyor. Ayrıca Kinoa vücudumuzun ihtiyacı olan tüm aminoasit ihtiyacını da karşılamaktadır. Glüten içermeyen kinoa çölyak hastalığı olanlara ve glütensiz besinler tüketmek isteyenlere tavsiye edilir. Bu tahılın en iyi yanlarından biri de baskın bir tadının olmamasıdır. Bu özelliği ile kullanım alanı geniş olan kinoa; pilav, kısır, dolma içi, ekmek, pasta, kek gibi kısaca hem buğdayın, hem pirincin hem de bulgurun yerine alternatif olarak kullanılabilmektedir.
Kinoanın Faydaları
- Yağ oranı düşüktür ortalama (100 gr 5.80 gr yağ barındırır).
- 100 gr kinoa 6 gr lif içerir (lif bakımından diğer tahıllara göre zengin olduğundan diyet yapanlar için tavsiye edilir).
- İçinde A,B,C,D ve K vitaminlerine ek olarak daha birçok vitamin barındırır.
- İçerisinde meme kanserine karşı koruyucu maddeler olduğu düşünülmektedir.
- Kolesterol içermez, sindirimi oldukça kolaydır.
- İçerisinde bulundurduğu yüksek lif oranı sayesinde kabızlığa iyi gelmektedir.
Kinoa ile yapılan tariflere bir örnek vermek gerekirse:
Kinoa İle Yapılan Sebze Çorbası:
- 2 yemek kaşığı sıvı yağ
- 1 adet orta boy soğan
- 2 adet büyük patates
- 2 adet küçük kabak
- 1 adet yer lahanası
- 4 su bardağı sıcak su
- 2 yemek kaşığı dolusu kinoa
- 1 su bardağı süt
- et veya tavuk suyu
- Tuz,karabiber, fesleğen ve kekik
Yapılışı: Soğanlar küp şeklinde doğranır. Soyulmuş patatesi ve yıkanmış sebzeler küçük parçalar halinde doğranır. Tencerede kızgın yağın içinde ilk önce soğanlar sonra sebzeler hafifçe kavrulur. Soğanlar ve sebzeler hafif kızarmaya başladığında tencereye kinoa ilave edilip karıştırılır. Bir kaç dakika daha kavurduktan sonra sıcak suyu ilave edin. Ardından tavuk veya et suyu, tuz, karabiber, fesleğen ve kekik ilave edin. Ara ara karıştırarak 15-20 dk pişirin. Son olarak sütü ilave ederek iyice kaynatın. Protein dolu, besin değeri yüksek çorbanız hazır. Afiyet olsun...(Kaynak: www.chefkoch.de)
Bu yazılarımı okudunuz mu?
En İyi Diyet...
Zayıflama Kısır Döngüsü
Bu yazılarımı okudunuz mu?
En İyi Diyet...
Zayıflama Kısır Döngüsü
Her gün elimizden düşmeyen cep telefonlarının sağlığımıza ne kadar zarar verdiğini elbette hepimiz bir yerlerde okuyor veya duyuyoruz. Bu zararlardan korunmak amacıyla zaman zaman telefonla konuşma halindeyken kulaklık kullanarak veya telefonu geceleri uyurken kendimizden uzak tutarak önlemler almaya çalışmaktayız. Peki son zamanlarda ismini sıkça duymaya başladığımız ve gizli bir tehlike olarak tanımlanan cep telefonlarındaki SAR değeri ne anlama gelmektedir ve sağlığımıza etkileri nelerdir? Biraz üzerinde duralım.
''SAR'' Değeri Nedir?
SAR kelimesinin İngilizce açılımı: ''Specific Absoration Rate''. Türkçe karşılığı ise ''Özgül Soğurma Değeri'' dir. Diğer bir ifadeyle cep telefonunun yaydığı radyasyonun insanlar tarafından ne kadarının emildiğini gösteren bir enerji ölçüm değeridir. Bu değerin insana verdiği zararla ilgili olarak henüz net bir ortak görüşe varılamamıştır. Uzmanların bir kısmı SAR değerinin zararsız olduğunu savunurken bir kısmı da uzun vadede zararlı olabileceğini savunmaktadır. Buna rağmen cep telefonu üreticilerin her geçen gün cihazlardaki SAR değerlerini düşürmeye çalışması, yapılan bu çalışmaların SAR değerinin sağlığımıza olumsuz yönde etkilediğini kanıtlar niteliktedir.
''SAR'' Değerinin Yüksek Olmasının Zararları Nelerdir
Genel olarak yoğun bir şekilde radyo dalgalarına maruz kaldığımızda yukarıdaki resimde görüldüğü gibi vücudumuzda fizyolojik değişiklikler meydana gelmektedir. Bu da gösteriyor ki zararının ne olduğu aslında vücut tarafından emilen radyasyon değerinin yoğunluğu ile ilgilidir. Buradan hareketle radyoaktif maddeler değerleri yükseldikçe çok güçlü olur ve insan vücudundaki hücreleri parçalayarak DNA yapısını bozabilir ve kansere neden olabilir.
Dünya Sağlık Örgütü cep telefonlarını ''Kanser Riski Taşıyan Ürünler'' grubunda göstermektedir.
Sonuç olarak: Şu anda kullanmakta olduğunuz veya almayı düşündüğünüz telefonun SAR değeri ile ilgili mutlaka yetkili satıcıdan bilgi alınız. Genel kabul görmüş SAR değeri 1.00W/kg ve altıdır. Bu değerlerin üzerindeki telefonları tercih etmemeniz tavsiye edilir. Ama unutmayalım!!! Bir telefonun SAR değerinin düşük olmasının cihazı başucumuzda bulundurabileceğimiz veya uzun saatlerce telefonda konuşabileceğimiz anlamına gelmemektedir.
Spor yapmalıyız çünkü:
1. Spor yapmak bağışıklık sistemimizi güçlendirir ve buna bağlı olarak hastalanma riskinizi azaltır.
ileri>
Her geçen gün zorlaşan hayat şartları beraberinde bir çok problemi de peşinde getirmektedir. Özellikle annelerin çocukları için çocukların da kendi gelecekleri için güven ortamından yoksun olan şehirlerde en doğal hakları olan sosyal imkanlardan yararlanma isteği hayal kırıklığı ile sonuçlanmaktadır. Buna bağlı olarak geleceğe endişeyle bakan anneler ve güven sorunu yaşanan sosyal ortamlardan yararlanamayan çocuklar son derece rahatsız ve mutsuz olmaktadır. Konuya daha duyarlı yaklaşmak adına bir annenin kendi hikayesini siz değerli okuyucularla paylaşma sorumluluğunu yerine getirmek istiyorum.
Bizim hikayemiz...
80 kuşağında büyüyen bir anneyim ben. Çelik çomaklarla, istopla, saklambaçla, ortada sıçanlarla büyüyen bir anne. Bizim dönemimizde sokaklar bize yetiyordu. Kiremit tozundan yaptığımız yemekler hayal dünyamıza renk katıyordu, bizi mutlu ediyordu. Sokak lambalarının altında annemiz balkondan seslenene kadar geceleri sınırsız oyun oynadığımız güvenli bi ortam vardı. Şimdiyse İstanbul’da yaşıyorum. Akhisar’da yetişmiş biri olarak da, İstanbul’da oğlum için her gün daha çok endişeleniyorum. Çünkü her gün cinsel istismar ya da tedbirsizlik yüzünden ölen çocukların haberleri yüzüme çarpıyor.
Oğlum henüz 2.5 yaşında. Onun için okul arama telaşındaydım bir yandan da. Okul arama maceramızda yaşadığım sıkıntıları yazmak istedim size. Erken olduğunu düşünsem de İstanbul’da binaların içinde de mutlu edemezdim ki onu. Tek istediğim ilgi ve sevgiyle yaklaşan ve yaş grupları ile paylaşmayı öğretecek bir öğretmendi. Eğitimin sevgi ve güvenle başladığına inanıyorum çünkü. Aklıma kreşlerin oyun grupları geldi. Okulların güvenliği, ücretleri, evimize uzaklığı, eğitimleri, sevgisi... Öncelik olarak semtimize yakın yerleri araştırdım. Dışından cicili-bicili okulları görünce hevesle girdim okula.(Anne olarak ne kadar güvenmek istesen de şüpheyle yaklaşıyorsun) Öğretmenler, müdür gülücüklerle karşılasa da, sen ‘Çocuğun için güvenli mi, değil mi?’ diye yan gözle seyrediyorsun okulun heryerini. Küçücük rutubetli odalar, zemin katta ışık görmeyen hikaye odaları, merdivenlerdeki geniş aralıklı korumalıklar, kaygan zemin, isteğe bağlı dini eğitim odaları. Bu değildi ki aradığım. Lüks okulları da gezdim.Çocuklara ayaklı dolar muamelesi yapılıyor.Hepsi para tuzağı.Bana anlatılan bu değildi.Çocukluğumuzdaki güvenli ortamı aradım haliyle.
Tabletsiz, internetsiz, digital ortamdan uzak. Biz daha yolun çok başındayız ama ‘Kreş için bu süreci yaşadıysam ilköğretim, lisede kim bilir neler yaşarız?’ diyorum. Bir de şimdilerde çok duyulan Bonzai faciası tabi. Benim gibi annelere sabır, anlayış ve sevgi dileyebiliyorum sadece.
Yazan: Şennur İMREK ORTA
Mutlu Endam olarak hikayesini bizimle paylaşan Şennur arkadaşımıza teşekkür ederiz.
Çoğumuz kaliteli bir hayat yaşamak ister. Çevresi tarafından sevilmek ve saygı görmek, başarılı olmak, çevresine örnek olmak, sağlıklı beslenmek ve güzel bir vücuda sahip olmak ister ama birçoğumuz iş hayatının yoğunluğu ve günlük koşuşturmaca içerisinde kaliteli bir hayat için kendimize vakit ayırmakta güçlük çekeriz. Az vakit ayırarak hatta sadece zihninizi kullanarak aslında bu mümkün.Gelin aşağıdaki tavsiyelere şöyle bir göz atalım.
1. Geçmişe takılmayın
Adı üzerinde ''GEÇMİŞ''. Geçmişi değiştiremezsiniz fakat yeni bir geçmiş oluşturmak için doğru zaman şu ''an'' dır.''American Beauty'' filminde geçen bir söz bu durumu çok güzel açıklıyor. ''Bugün geri kalan hayatımın ilk günü''. Siz de her gününüzü yeni bir başlangıç olarak düşünüp geçmişte yaşadığınız ve sizi huzursuz eden düşüncelerden kurtulup daha sağlıklı bir zihne sahip olabilirsiziniz üstelik bunu yapmak için ekstra bir zamana ihtiyacınız yok.
2. Hayatınızı sadeleştirin
Birçoğumuz, ailemize çocuklarımıza ve arkadaşlarımıza zaman ayıramamaktan yakınır dururuz ama gündelik hayatta çok gereksiz şeylerle uğraşmaktan da kendimizi alamayız. Hayatınızda gereksiz yere zaman harcadığınız faaliyetlerinizi tespit edip önem sırasına göre listeleyerek faaliyetlerimize ona göre planlayabiliriz. Böylece ekstra vakit harcamadan hem içimizdeki yalnızlık hissinden kurtulmuş olur hem de çevremize vakit ayıramamaktan kaynaklanan iç huzurumuzu arttırmış oluruz.
3. Zinde bir vücuda sahip olun
3. Zinde bir vücuda sahip olun
Bu tavsiye belkide hepimizin en zorlandığı durumlardan biridir ve çok azımız bu konuda başarılı olabilmektedir.Zinde bir vücuda sahip olmanın zaman alacağını düşünseniz de aslında hiç de öyle değildir. Sabahları duş alırken duşu soğuk suyla sonlandırmanız size gün boyu zindelik kazandıracaktır (bunu kafanız için değil sadece vücudunuz için uygulamalısınız). Halsizliğe ve yorgunluğa iyi gelen demir vitaminli yiyecekler tüketin (yeşil sebze, kurutulmuş meyve gibi...) Şekerli yiyeceklerden uzak durun. Günde 2-3 litre su tüketin. Susuz bir vücut halsizliğe yol açabilmektedir. Dik durun. Dik durmak hem size öz güven kazandırır hem de daha rahat nefes alıp vücudunuzun daha fazla oksijen ile dolmasına sağlar.
4. Daha fazla gülümseyin
Gülmek, başlı başına insanı hem fiziki açıdan hemde ruh sağlığı açısından olumlu yönde etkileyen kişinin kendisine ve çevresine pozitif enerji veren bir olgudur. Gülmek beynimizdeki serotonin hormonunu harekete geçirir ve bize mutluluk sağlar. Gülmek bizi mutlu edebileceği gibi mutlulukta bize gülmeyi getirir. Bununla ilgili ''Bulaşıcı Hastalık: Gülmek!'' adlı yazımı okumanızı öneririm.
5. Hayatı çok ciddiye almayın
Birçoğumuz hayatı son derece ciddiye alıp başımıza gelmiş veya gelebilecek olaylardan çok etkilenmekteyiz. Şöyle bir düşünürsek başımıza gelmiş olayların 100 sene sonra bizim için bir önemi olur mu? Muhtemelen olmaz çünkü bizim olmadığımız bir dünyada yaşamış olduklarımızın artık bizim için de hiç bir önemi yoktur. Hayatı hafife alırsanız güçlüklerle daha kolay başa çıkabilir çevrenizde ki insanlara karşı sağlam bir duruş sergilemenin özgüvenini yaşayabilirsiniz.
6. Yardım edin
Yardım etmek bize başkalarına faydalı olduğumuzdan dolayı mutlu hissettir. Malesef ''Bunun için vaktim yok'' diyebilirsiniz ama yanılıyorsunuz. Siz insanlara yardım ederseniz insanlarda size yardım ederler böylece yardım ederken kaybettiğiniz zaman size geri dönmüş olur.
7. Her zaman doğruları söyleyin
Yapılan araştırmalarda doğru söylemenin yalan söylemekten çok daha kolay olduğu ve stresi azalttığı ortaya çıkmıştır. Çevreniz tarafından güvenilir bir kişi olmak ve daha kaliteli bir hayat yaşamak istiyorsanız yalanlardan uzak durmanız tavsiye edilir. Bunun için hiç mi hiç vakit harcamanıza gerek yok.
8. Okuyun
Evet! Bunun için vakit ayırmanız gerektiğini düşünebilirsiniz ama aslında öyle değildir. Okuma-yazması olan herkes her gün bir şekilde belirli yazılar okur ama dikkat!!! Burada herhangi bir şey okumanız değil ne okuduğunuz önemlidir. Hayatınıza bir şeyler katmayacak yazıları yararlıları ile yer değiştirdiğinizde ekstra bir zamana ihtiyaç duymadan okumuş olursunuz. Bu, bir yandan bakış açınızı genişletirken diğer yandan çevrenizle paylaşabileceğiniz yararlı bilgiler de elde etmenizi sağlar. Bunu Charles de Montesquieu 'nun güzel bir sözüyle özetlersek: ''Okumayı sevmek, hayattaki can sıkıcı saatleri güzel saatlerle değiştirmektir'' .
9. Az uyumaya gayret gösterin
Uzmanlara göre günlük uyku saatimizin 6-8 saat arasında olması gerektiği söyleniyor. Uyku düzenimize dikkat edip bu uyku saatleri aralığında uyumak hem sağlığımız hem de zamanı verimli kullanabilmemiz açısından önemlidir.
10. Affedici olun
İnsanlar size karşı hatalar yapabilirler. Siz yapılan hataları sürekli düşünüp hayat enerjinizi tüketeceğinize affedin gitsin. Size daha az vakit kaybettirecek ikinci seçeneği kendinize mutluluk verebilecek başka bir düşünceyle ikame ederseniz kazançlı bir iş çıkarmış olacaksınız. Sonuç olarak affetmek bir erdemdir ve bu erdeme sahip olan bireyler güçlü oldukları gibi toplum tarafından da büyük saygı görmektedir.
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayatımızda daha çok yer almaya başlayan internet her geçen gün bizleri kendine esir etmekte ve bizi gündelik hayattan uzaklaştırmaktadır. Özellikle eşlerin internette fazla vakit geçirmeleri evlilikte problemler meydana getirmekte ve aile hayatının mutsuzluk kapılarını aralamaktadır.
Araştırmalarım ve gözlemlerim doğrultusunda edindiğim bilgiler bir grup eşler bu durumdan şikayetçi iken diğer grup memnun görünmektedir.
-Eşim benimle ilgilenmiyor, acaba eşim beni internette bir başkasıyla mı aldatıyor?
-İkinci plana atılıyorum
-Beni bilgisayarın başındayken hizmetçi gibi kullanıyor
-Kendimi değersiz hissediyorum
-Eşim evdeki sorumluluklarını yerine getirmiyor, çocuklarla ilgilenmiyor
derken
bu durumdan memnun olan grup:
Hangi nedenle olursa olsun bilgisayar başında fazla vakit geçirmek aile hayatı açısından kabul edilebilir olmadığı gibi bizi gündelik hayattan uzaklaştırıp, sosyal ilişkilerimizde, ev hayatımızda, iş hayatımızda ciddi problemlerle karşı karşıya bırakabilmektedir. Bu problemlerin en önemlilerinden biri eşlerin birbirlerinden uzaklaşması ve zamanla tamamen kopma aşamasına gelmesidir. Sanal dünyada fazla vakit geçiren eşler birbirleri ile iletişim kurmakta zorlanmakta, birbirlerini anlayamadıkları gerekçesiyle farklı ilişkilere yönelebilmekte ve bu durum boşanmalara kadar varabilmektedir.
-Beni bilgisayarın başındayken hizmetçi gibi kullanıyor
-Kendimi değersiz hissediyorum
-Eşim evdeki sorumluluklarını yerine getirmiyor, çocuklarla ilgilenmiyor
derken
bu durumdan memnun olan grup:
-Dışarıda arkadaşları ile vakit geçireceğine evde bilgisayarın başında vakit geçirmesi daha iyidir.
-Eşimle birlikte oyun oynuyoruz ve bu çok keyifli oluyor.
-Bilgisayar başında vakit geçirmesi en doğal hakkı, stres atıyor.
-Eşim bilgisayarın başındayken işlerime daha az karışıyor.
şeklinde yorumlarda bulunabiliyor.
-Bilgisayar başında vakit geçirmesi en doğal hakkı, stres atıyor.
-Eşim bilgisayarın başındayken işlerime daha az karışıyor.
şeklinde yorumlarda bulunabiliyor.
Eşiniz ne zaman bilgisayar bağımlısı sayılır?
Bu sorunun cevabı aslında çok nettir. Mesleği gereği interneti çok kullananlar dışında eğer kişi gündelik hayatı aksatacak, sorumluluklarını yerine getiremeyecek, sosyal ve aile ilişkilerinde problem yaratacak kadar bilgisayar başında vakit geçiriyorsa bağımlı demektir.
Eşler internet bağımlılığından nasıl kurtulabilir?
Eşler ilk önce internet bağımlısı olduğunun farkında olmalı ve bu durumu kabullenmelidir. Sonrasında konu hakkında karşılıklı konuşarak sorunun nereden kaynaklandığını tespit etmelidir. İnternet bağımlılığının arkasında sizin tahmin edemediğiniz nedenler olabilir. Yalnızlık hissi, hastalık derecesinde oyun oynama isteği, aldatma güdüsü, aşırı şekilde bilgi araştırma isteği, video izleme bağımlılığı gibi daha bir çok örnek verebiliriz. Burada önemli olan, konu hakkında karşılıklı konuşma girişimi başarısız olursa bireylerin sabırlı davranması ve karşı tarafı baskı altına almamasıdır aksi taktirde kişi bağımlılık derecesini arttırabilir ve mutsuzluğa yol açabilecek davranışlar sergileyebilir. Son olarak internet bağımlılığı herkese göre farklı nedenlere dayanabileceğinden tek bir çözüm yöntemi üzerinde yoğunlaşmak doğru değildir. Sorun birlikte çözülemiyor ise ya da eşlerden sadece birinin çaba göstermesi yeterli gelmiyorsa internet bağımlısı olan eş mutlaka ikna edilmeli ve uzman bir doktordan destek alınmalıdır.
2004 yılında kurulduğundan beri hayatımızda önemli bir yer edinmiş olan Facebook 1 milyarı geçen kullanıcı sayısı ile her geçen gün çığ gibi büyümekte ve sosyal paylaşım ağları içerisindeki vazgeçilmezliğini korumaktadır. Facebook'un bilinen faydalarının yanında sosyologların da tartışma konusu olan birçok zararı mevcuttur ama ben herkesin bunları az çok bildiğini varsayarak sadece Facebook'un insanlar üzerinde oluşturduğu kıskançlığa değinmek istiyorum.
Kıskançlık duygusunun insanlarda neden var olduğu ve hangi durumlarda ortaya çıktığını sizler de inanıyorum ki en az benim kadar merak etmişsinizdir. Kıskançlık bir kimsenin üstünlük gösterdiğinde ya da sevilen birisinin başkası ile ilgilendiği inancına varıldığında takınılan karmaşık ve olumsuz ruhsal bir tutumdur.
Bu Tutumun Facebook İle Ne İlgisi Var?
Almanya'da Berlin Humbold ve Darmstadt Teknik Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre 600 Facebook kullanıcısı arasında her üç kişiden birinin kendini Facebook'ta geçirdiği süre boyunca veya sonrasında yorgun, yalnız, üzgün ve memnuniyetsiz hissetmektedir.
Araştırmacılar bu durumun en büyük nedeninin kullanıcıların, arkadaşlarının Facebook sayfalarında görmüş olduğu olumlu haberlerden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Uzmanlara göre kullanıcılar, Facebook üzerinden diğer kişilerle ilgili daha fazla bilgiye sahip olabilmekte ve kendine benzeyen diğer insanlarla kıyaslama yapabilmektedir.
En Fazla Kıskançlık Tatil Fotoğraflarında
Yine Darmstadt Teknik Üniversitesi'ndeki bir uzmana göre insanlar Facebook'ta ki arkadaşlarının en çok tatil fotoğraflarını kıskanmaktadır. Kullanıcılar insanların olumlu iletilerini gördüklerinde kendilerini değersiz hissetmekte ve ardından kendileri de olumlu, abartılı veya gerçek olmayan yorumlar yazma eğilimine girmektedir. Gerçek olmayan ve sanal olan bu yorumlar ise diğer insanların da kıskançlık duygularını harekete geçirmekte ve kullanıcıları bir kıskançlık döngüsü içerisine itmektedir.
Peki Bu Döngüden Nasıl Çıkabiliriz?
Konuyla ilgili tavsiyelere geçmeden önce herkesin bu konuyla ilgili bir öz eleştiri yapmasını tavsiye ediyorum. Biz fark etmesek de bizi zaman zaman mutsuz eden bu duyguları yönetebilmek tamamen bizim elimizde.Tavsiyeler:
- Facebook hayatınızda bir yaşam tarzı olmamalı.
- Facebook'ta geçirdiğiniz süreye dikkat etmelisiniz.Ne kadar fazla vakit geçirirseniz günlük hayatımızdaki sosyal faaliyetlerden uzaklaşarak çevrenizde bulunan herkese göre daha mutsuz bir hayatınız olduğu hissine kapılabilirsiniz.
- İnsanlar doğası gereği kıyaslama eğilimindedir ama şunu asla unutmayın;sizin yaşadığınız mutlu bir an ile başkalarının ki aynı zamanlarda olmayabilir.Birileri güzel bir anısını paylaştığında siz belki zor günler geçiriyor olabilirsiniz.
- Moraliniz bozuk olduğunda Facebook'tan uzak durmayı deneyin. Mutluluklarla dolu olan bir platformda yer almak sizi daha çok üzebilir.
- Hiç kimseyle yarış içerisine girmeyin, çünkü bu yarışın bir galibi olmadığı gibi bir kaybedeni de yoktur.Herkesin hayatı kendine özel ve kendine güzeldir.
Son söz:
İnsanların uzun süredir görüşmediği yakınlarına ulaşabileceği, herkesle paylaşımda bulunabileceği ve kontrollü kullanıldığında hoşça vakit geçirebileceği yararlı sosyal paylaşım sitesi olan Facebook, kontrolü kaybettiğimiz anda hayat kalitemizi ve ruh sağlığımızı aynı oranda olumsuz yönde etkileyebilmekte ve bizi mutsuz edebilmektedir. Facebook'ta iyi vakitler geçirmenizi diliyorum.